3 Şubat 2011 Perşembe

   Her gece alevler arasında kaldığımı ve küllerime kadar eriyene dek acı çektiğimi görerek uyanıyorum. Bu artık hayatımın bir parçası ya da bir şekilde kabul etmek zorunda olduğumdan bunu söyleyebiliyorum. Bu sabah da o sabahlardan biri.
       Gözümü açtığımda hala kurtulamadığımı düşündüm, gözüme kırmızı bir perde inmişti. İlk defa değil,pek çok kez ‘bu sefer gerçek’ diyorum.’bu sefer gerçekten alevler beni yok etti.’ Ama gene o umduğum, beklediğim son, bu sabah da gelmemişti. Saçlarım her tarafa alev alev dağılmıştı. Benim gibi… Darmadağınıktım. Güneşi gördüğümde daha da dağıldım. Adeta bütün huzmeleri bana saplanıyordu, beni yakıyordu. Her gün bu darmadağınık, parçalanmış halimle ilk güneşin gözlerini görüyordum. Bu yüzden bedenim kasılıyor, kaslarım huysuzlanıyordu. Sırf bu güneş yüzünden üç gündür durmaksızın çalışmama rağmen kimseyi memnun edemiyorum.
   Güneşin benim üzerimde yanıltıcı bir etkisi var. Yanıltıcı, korkunç, mide bulandıran… Öyle ki; yağmuru gerçekten özlüyorum, yağmur damlalarının yumuşak sesiyle uyanmayı, yağmurun insanları kirletmesini, onların saçlarını bozmasını özlüyorum. İnsanların şikayet etmesinden, onları kızdıracak, küstürecek, parçalayacak şeyler yapmaktan garip bir zevk alıyorum. Bu zevk baştan ayağa beni ele geçiriyor ve uzun yıllardır mutluluğumu bu şekilde yaşıyorum. İnsanları onarmaya, hatta dinlemeye bile tahammülüm yok. Ne mutlu ki önemsenilmesi gereken arkadaşlarım, yakınlarda oturan akrabalarım yok. Yalnızım.
    Otendel’e ilk geldiğimde daha on yedi yaşındaydım. Aslında başından beri hiç istemediğim sosyal çevreden kopmak beni sarsmadı. Annemle babam konusunda ise sarsılıştım. İlk defa ayrıydık, ayrı kalmaya mahkumduk. Başından beri iyi bir balerin olmamda onların büyük katkısı vardı. Tatillerde yanlarına gitsem de, kopuyorduk. Ruhum parça parça ayrılıyordu onlardan. Kendimi kimsesizleştiriyordum. Yaşadığım tek yer sahneydi. Sahne beni ısırıyor sonra da sindiriyordu. Sevmediğim o insanların karşısında olduğumu bile unutuyordum. Beni kendisine esir etmişti,yalnızca sahnenin ışıklarını seviyordum. İhanetsiz,doğruyu,tutkuyu,yalnızlığı gösteren tek ışık beni gösteriyordu,izliyordu. Sahnenin geliniydim ve sahne de çok kasvetli bir damattı.
   Yıllar geçti, okulu bitirdim,evimde ruhsuz bir hayat sürüyorum. Hala güneşi,insanları sevmiyorum ve ruhum toz duman. İçimde güne dair hiçbir kıpırtı yok. Dört senedir Otendel’in bu kadar güneşli günler geçirdiğini görmemiştim. Otendel’i seviyorum ama tahminimce güneşle bir ilişki içerisindeler ve beni sinirlendiriyorlar.
  Kalkıp bir sigara yakabildim sonunda.
 Mırıldanıyorum,söyleniyorum,hırçınlaşıyorum… Tek çocuk olmama rağmen şımartılmadım. Şımartılmak da istemezdim zaten. Aksine huysuzlandım,sorunluydum. İlk bale öğretmenimle aramızdaki ilişki gergindi ama o yine de benden emindi. ‘Luthien,iyi bir balerin olucaksın.’ Çok güzeldi, alımlıydı. Daima ben büyüyecektim,ben yaşlanacaktım , ölücektim ama o böyle güzel kalacaktı. Her hareketi bana bir meydan okumaydı. Defalarca kaslarım zedelendi. Onunla yarışıyordum ve o beni küçük düşürüyordu. Yine de kafamda hep onun gibi olmak istedim. O her şeyin en iyisiydi. Saçlarımı uzattım mesela,artık benimde onun gibi saçlarım uzun ve kızıldı.renk açısından şanslıydım. Galiba sadece şu sıralar şanslı olduğumu söyleyebiliyorum çünkü ilk okuldayken kızıl saçlarım hep garipsendi  ve beni de bir numaralı alay konusu yaptı. Bu bir tarafa,yine ona benzemedim. Koyu gözlerindeki anlam farklıydı onun,yaz günü gözlerini kış gibi dondurur,sonbahar gibi kelimeler söylerdi. Benim gözlerim ise her zaman camdan sonbahar yaprakları gibiydi.
    Tüm gün oturup kendime baktım. Aynadaki bitkin görüntüme,içime… İçimde uçsuz bucaksız araziler,bataklıklar tembel tembel uzanmış,sarmaşıklar en kalın kollarıyla damarlarıma dolanmış,mezarlarında çürümeye mahkum insanlar gibi çaresiz görünüyorlardı. Ruhum benden önde, çok çok önde atlılarını kapmış gidiyor ve ben sadece izliyorum. Gözlerim,dudaklarım olması gerekenden soluk,vücudum daimi bir kırgınlık içerisinde. Bacaklarımın gövdeme tutsaklığı bitmiş, kalbimin her bir atışı kulaklarımda çınlıyor. Daha nasıl ifade edebilirim ölgünlüğümü? Bilmiyorum.
   4 yıldır kendimle bir arada olmam,kendimi çok iyi tanımama neden oldu. Tarifsiz bir sonsuzluk var bende,çürüsemde dünyanın daimi misafiri gibiyim. Kendimden sonraki hayatları düşünüyorum. Olur olmaz garip şeyleri… bu eve benden sonra kim gelip oturur? Duvarları beyaza mı boyarlar? Dönüp düşüncelerime baktığımda herkesi korkutan şeyleri bile görüyorum. İnsanların görmekten kaçındıkları şeyleri görüyorum. Sizler de bu yüzden beni  ‘garip’ diye adlandırıyorsunuz.
   Otendel büyük bir şehir. Ama benim için değil. Yediğim sıradan şeyleri aldığım yer,sahnem ve evim arasında ufak bir yaşam alanı. Bir şekilde yaşıyorum. Sağlıksız yaşam tarzıma rağmen hala ölmedim. Sigaraya tutunuyorum,halbuki ben bir balerinim. Sanatçıyım...
   Durup düşünüyorum,başka yapılacak bir şey yok. Sakin geçen egzersizlerimde,boş sahnede dans ederken düşünüyorum. Bazı zamanlar sahne binası tamamen boş oluyor. Ben de çalışmalarımı sahnede yapıyorum. Gözlerimi kapıyorum,kendimi bırakıyorum. Düşündükçe hayatın ne kadar boş olduğunu daha iyi anlıyorum. ‘Yaşamasaydın ne olacaktı Luthien? Hayattan ne beklentin vardı da hayal kırıklığına uğramış gibisin?’ Hayır,hayattan hiçbir beklentim yoktu. Ne yazık ki hayata gelmeyi de ben seçmedim. Ruhumun kör noktalarından biri de şu: hala nasıl ölmedim de bu hayata katlanmayı seçiyorum? Sanırım içimdeki karanlığa,içimdeki müziğe,kök salmış yalnızlığa bağımlıyım. Mutlu yaşayamazdım biliyorum. Mutlu olsam hayata katlanamazdım. Yalnız olmak,karanlıkta oturup sigara içmek,saçlarımın dağınıklığı,sorumsuz yaşayışım… Bunların hepsi benim seçimim. Karanlık ruhumun bir parçası ve hayatımı katlanılabilir kılan asıl neden de bu karanlık.
Rüyamda gelişmeler olmaya başladı. Birisi sürünerek bana doğru geldi,fakat alevler ona bir dost gibi davrandılar ,onun gövdesini  okşadılar. Halbuki ben olmalıydım onun eşsiz beyaz tenini okşayan. Alevlere kıskançlığım bir yana,o kadar büyülüydü ki;iyice yaklaştıgında  ayağa kalktı ama yüzünü göremedim. Parlak,bembeyaz gözleri dışında yüzü çizilmeyi bekleyen tualler gibiydi. Fakat tam o sırada bambaşka korkunç bir yüze dönüştü,gözlerindeki anlam belirginleşip,kolları beni sıkmaya başladığında içimdeki ürpertiyi hatta dehşeti  her noktamda hissettim. Öyle sıktı,öyle sıktı ki tuzla buz oldum. Tam bir kabus. Yine de uyandığım zaman ona olan hayranlığımı kendime söyleyebildim. Evet rüyamdaki kişi beni tamamen büyülemişti. Her ne kadar sonu kötü olsa da bir süre onu düşünmeden edemedim. Bazen sırf onu tekrar görebilmek için uyumayı istedim. Ama o hiç gelmedi. Artık alevler içinde can çekiştiğim ya da birinin beni tuzla buz ettiği rüyama o kadar alıştım ki rüyamda alevler korkunç sesleriyle gürlemeye başlayınca ‘bu bir rüya,ve artık korkunç değil’ diyorum. Alevlerin arasından gelmesini bekliyorum. Eskiden benim için epey bir korku kaynağı olan bu rüyaya anlam kattın suratsız adam!
Hücrelerim isyanda. Dinim beni terk etti. Ailemle ne zamandır görüşmüyorum. Arkadaşlarım yok. Hücrelerim biraz duygu istiyor. Bende her seferinde,en abuk sabuk şeylerden duygulanmaya çalışıyorum. Ee,tabii olmuyor. Bir şeylere yüklenmeliyim diyorum,bir şeyler yüzünden acı çekmeliyim diyorum. Ama hayatım o kadar tutarsız ki. Sorumluluk alıyım diyorum. Hayır,bu sefer de sorumluluktan şikayet ediyorum. Ben bu değilim diyorum. Bir şekilde kurtulmam lazım bu hasta hayatımdan.
Bale çalışmalarım da sürüyor tabii pasif pasif. Ay sonundaki gösterim için uğraşıyorum,en azından uğraştığım bir şey var. En çok korktuğum şey balenin de içimdeki mumlarını söndürmesi. İçimdeki tek ışık bu. Işıklar,ışıklar,ışıklar… Benim için konuşulması gereken en son şey.
Hayatım  böyle sürüp gidiyor. Ne kadar zamanım var bilmiyorum. En iyisi tekrar uyumak ve beklemek. Belki de bu sefer bitecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder