15 Aralık 2011 Perşembe

Danny 3

sokağın bir köşesinden çevirdiği hayat kadının arabaya binişini öyle bir açgözlülükle seyrediyor ki irkildim. arka koltukta ben,elbette görünmez bir şekilde,sakin ve açgözlü bir şekilde,ağzımdan salyalar akarak,gözlerim yarı baygın bir şekilde parıldayarak,bir melodi mırıldanarak,izlemekteyim. en karanlık günün en karanlık gecesinde en karanlık sokakta en karanlık köşede en karanlık şehvetle en karanlık seslerle en karanlık doyum noktasıyla bitecek bu iş. arka koltukta ben,eski halimle izlemekteyim. kadının ayrık duran bacaklarından baldırlarının bir erkek kadar kaslı olduğunu izlemekteyim. bizimki arabayı sürüyor. hafif kambur ve öne abanmış varmak istediği yere acele eder gibi. çenesi direksiyona dayalı iki eliyle sımsıkı tutmuş bir şekilde. hızlı bir şekilde ilerliyoruz. evden çok uzakta değiliz. hayat kadınlarının bol olduğu bir sokağın ortasında yıkık dökük bir apartman katında yaşıyoruz. her neyse orayı zaten biliyorsunuz. bu gece sonunda biraz para kazanmış olacak ki birine emrine amade ediverdi. o kadar aç ki o kadar istekli ki... o kadar bütün insani duyguları hayvani duygularınca yutulmuş ki... ilk gördüğünün önünde duruverdi. kadın bile düşünüverdi onun bu pis ve kokuşmuş görüntüsü karşısında. şüphesiz hayır deme şansı olsaydı hemen derdi. bunların bazıları istekli görünmeyi işlerinin gereği sayarlar. bazıları da tam tersi. öyle yüzsüz öyle ölüdür ki bunlar adamın ağzındaki salyayı akmadan havada kurutuverirler. bizimkisine böylesi denk gelmemişti,istekli olan kadınlardandı bu ama onunda bu görüntü karşısında isteği kaçıverdi ağır ağır adımlarla bindi arabaya. bacak bacak üstüne atmadı bacaklarını ayırarak oturdu. bluzunu aşağı çekmedi. hiç konuşmadı. ben arkadan izledim. dışarıdan diğer kadınların kahkahaları geliyordu. şanslılar diye söylendim,bizimkinden kıl payı kurtulmuşlardı.onca zamandır onunla yaşamama rağmen ben bile ısınamadım ona,ısınmaktan çok daha önce alışmak var tabi. alışamadım. kokusu hiç bir gün aynı değildi mesela. her gün ayrı bir iğrençlik kokardı bazen tıpkı bir kusmuk gibi ekşi ve sıcak,bazen sidik gibi asitli ve keskin... bazı günler tanıyamazdım onu. kapıdan girip direk kanepeye uzanmazdı içeri gider,işer,buzdolabını açar birkaç dakika önünde öylece dururdu. bazen aynada kendine baktığı bile olurdu. bunları geçelim. 
size asıl olayın nasıl olduğunu anlatmıycam. zaten pek heyecansız bir şeydi. ben arkadan izledim. öyle yumuşak dokunuşlar falan yoktu ha. bizimki ne anlasın öyle şeylerden. kadın da öyle sakin sakin katlandı ki. belki de o geceden sonra işe çıkmaz olmuştur belki arkadaşları uzun siyah saçlı erkeksi baldırları olan bu kadını bir daha hiç görmemişlerdir. belki o geceden sonra evine gidince kendini öldürdü ya da ne bileyim yüksek bir yerden atlamıştır. en isabetlisi bunlardan biri olurdu. ben olsam... ben olsam... 
eve geldiğimizde sabaha doğruydu o direk kanepesine uzandı bense kendi yerime geçip sadece gece görünen böcekleri gözetlemeye başladım. bunlar kırmızı antenli ufak böceklerdi ama gerçekten iğrenç görünüyorlardı. her gece tezgahta umutsuzca bir şeyler arar sabaha doğru kimsenin bilmediği oyuklarına çekilirlerdi. bense gece gündüz ortalarda yoktum. gece gündüz kimse benim varlığımı farketmezdi. kimseye görünmezdim. en aydınlık sabahın en aydınlık vaktinde en aydınlık sokağında en aydınlık köşesinde de,en karanlık günün en karanlık gecesinde en karanlık sokakta,en karanlık köşede de olsam farketmezdi. hep oralarda bir yerde onu izler dururdum,bir olayım yoktu onunda yoktu esasen. ben arkadan izledim. o uyudu.

28 Ekim 2011 Cuma

Hepsi Bu


kaybetmişler
bulamıyorlar
unutmuşlar
umursamıyorlar

dinginler
ezilmişler
körler
zayıflar

delirmişler
kırılmışlar
yalvarmışlar
susmuşlar

acizler
rüyadalar
yarım kalmışlar
kenara atılmışlar

ölmüşler
dirilmişler
gezmişler
yorulmuşlar

küsmüşler
ağlamışlar
kesmişler
sürünmüşler

ruhsuzlar
merhametsizler
caniler
katiller

daralmışlar
kaçmışlar
bulamamışlar
geri dönmüşler

hepsi bu.

18 Ekim 2011 Salı

HASTALIK

hastalıklı beyinleri severim
hastalıklı bedenleri severim
hastalıklı ruhları severim
hastalıklı her şeyi severim
yağmuru severim
ellerim üşür
hasta olurum
hasta olmayı severim
başım ağrır
midem bulanır 
burnum akar
hepsini severim
hastalığı severim
dünyamı karartmasını
bedenimi yormasını
gözlerimi kapatmasını
hepsini severim
hastalıklı adamları
hastalıklı kadınları
hastalıklı edebiyatı 
severim
dünyamı karartmasını 
bedenimi yormasını
gözlerimi kapatmasını 
hepsini severim


13 Ekim 2011 Perşembe

Dans

adamla kadın
sabaha kadar dans ettiler
yavaşça
hiç yorulmadan
oldukları yerde bir sağa
bir sola
gözlerini kapattılar
hiç konuşmadan
dans ettiler
sokağın köşesinde
hava soğuktu
ve karanlık
üzerlerinde kalın montlar
ceplerindeki bozukluklar
vuruyordu her adımda
sokağın köşesinde
sabaha kadar
dans ettiler
yorulmadan
yavaşça
önceden birbirlerini tanıyor bir şekilde değil
ne öncesinde ne de sonrasında
tanımayacak şekilde dans ettiler
sen onu bir bütün olarak sevmiyorsun
senin ihtiyaçların var
sen onu bir insan olarak sevmiyorsun
senin egoların var

12 Ekim 2011 Çarşamba

KADIN

kadın
sevebildin mi?
peki canını yaktılar mı?
zoruna gitti mi?
çok ağladın mı kadın?
beynin zonklayana kadar
uyuyamadığın oldu mu kadın?
uyuyup uyandıgın oldu mu?
ruh gibi dolaştın mı?
olup olmadık yerlerde gözlerin doldu mu?
gülemediğin olmadı mı?
hıçkıramadığın zamanlar gibi
olmadı mı kadın?
o zaman daha büyümedin.
daha var büyümene.
üzücekler seni
canını okuycaklar
şerefsizlik yapıcaklar sana
kazık atıcaklar
çok üzülüceksin
beynin zonkluycak ağlamaktan.
uyuyamıycaksın.
içinde nefret büyüycek.
hayattan soğuycaksın
isteksizleşiceksin,kelimesizleşeceksin
havalar bozucak
ruhun kararıcak
tırnaklarını çok yemekten parmak uçların sızlıycak
midendeki gerginlikten bayılcak gibi hissediceksin
nefret ediceksin
nefret büyüycek
düşman olucaksın
beddua ediceksin
herkese bahsetmek istiyceksin
yaşadıklarına lanet ediceksin
yaşamamak istiyceksin
işte o zaman büyüyceksin kadın

13 Şubat 2011 Pazar

dahil olmak istemiyorum,bu mutsuzluğa,bu gürültüye.doğal olarak sustum. aklımı susturdum. sırf dahil olmak istemediğimden her şeyi bıraktım. her bir zerresini. mutsuz olmayı bıraktım. sırf bir daha mutlu olamayacağımı hissettiğimden vazgeçtim. o an bitti her şey. ilk mutsuzluğu hissettiğim an. mutsuzluğa alışmaya başladığım an. ben ne zaman girdiysem bu mutsuzluğa,işte mutsuzluğun içinde olduğumu unutacak duruma geldiğim an terk ettim. artık yazmıyorum,artık konuşmuyorum. hep sessiz kalanlara karşı ben de susuyorum. karşılıklı susuyoruz,çözülecek bir şey kalmadı artık. 
zaman zaman odaklanacak şeylerde hata yapıyorum. yanlış yapıyorum bir şey için asıl önemli olanları ihmal etmekle. buna dahil olmak istemiyorum bunu istemiyorum. istemememin nedeni açıklamak zorunda bile değilim aslında.açıklıyorsam da kimseyi tatmin etmek için değil. bundan sonra böyle gitmeyeceğini anlıyorsam geri dönemem. inanmadığım bir şeye nasıl devam ederim. bile bile neden devam ediyim. kimsenin nazını çekmek zorunda değilim,kimse benimkini çekmek zorunda değil. kimsenin ağız kokusuna katlanmak zorunda değilim,kimseyi mutlu etmek zorunda değilim,kimseyi aramak zorunda değilim,kimseyle dalaşmak zorunda değilim... kimse de benle bunları yapmak zorunda değil. işler sadece zorunluluk hissiyle yapıldığı zaman daha da boka batıyor. işleri yoluna koymak için,dahil olmamam lazım buna. istemiyorum. ben bıraktım,sustum. olayları çözmek istemiyorum,çok katıyım böyle devam etmek istiyorum. canım istemedi mi konuşmak istemiyorum,istemedi mi kalkıp gitmeye alışığım ben. istemedim mi konuşmak zorunda değilim,istemedim mi hissettirmek bir şeyleri,hissettirmem olur biter. dedim ya ben kafamı susturdum,düşünmüyorum.böyle de gider,artık bıraktım.

3 Şubat 2011 Perşembe

bugünlerde dünya ağır ilerliyor. dünya gelinini kaybetmiş. hayatımda soğuk havanın içinde büzüşmüş ve parmak uçları sudan yeni çıkmışçasına buruşmuş bir et parçası. kaybettim. tam olarak değil ama kaybettim. bunu baştan kabullenmeli. öbür türlü nasıl mutsuzluğun içine atlayabilirim ki. erkekliğimin içinde söndüğünü hissediyorum,ya da rahmim alınmış gibi. geberip gittikten sonra ne izim kalacak ne endamım ne anılarım. tek istediğim bütünüyle unutulmak. her gün tamamiyle unutulmanın özlemi içerisinde uyanıyorum. bir gün tamamiyle unutulucam biliyorum ama ne zaman ne zaman!!! çok sabırsızım nefes alırken mümkün mü bu benim için? birkaç saniye için nefes almayı kesebilirim. birkaç saniyede parmaklarımı da kesebilirim. yazmamayı seçebilirim. şarkı söylememeyi seçebilirim.birkaç saniyede ölümü seçebilirim. bunlar benim kaybetmediğimi göstermez ki. kaybettim.besbelli işte.
bugünlerde dünya ağır ilerliyor. kader çarkı bozulmuş. kıvılcımlarıyla biz irkiliyoruz ama olmuyor. her sabah yine aynı uyanıyorum. rüyalarım kabuslarım... keşke mantıklı şeyler olsaydı. hayır hayır melankolik değilim,asla olmadım. sadece edebiyat anlayışım biraz farklı. bu yazdıklarım dışında bir hayatım var benimde,olmamasını tercih ederdim ya neyse. şu arka planda çalınan müzik var ya beni acayip alevlendiriyor. hem siz black metalden ne anlarsınız? sadece atıp tutarsınız! yalnızca bize karşı önyargılarınız yok ki sizin,sizin her şeye önyargınız,herkese uygun kalıplarınız var. herneyse,dünya diyordum. benim ait olduğum dünyayla,sahip olduğum dünya arasında farklar var. fazla fazla... var işte. burada bırakıyorum ama sanırım bu blogu günlük gibi kullanmayacağımı anlamışsınızdır. benim hayatım sizin umrunuzda değil,bende sizinkini umursamıyorum öyleyse hepimiz kendi bokumuza batabilir,kendi kusmuğumuzda boğulabiliriz!
   Her gece alevler arasında kaldığımı ve küllerime kadar eriyene dek acı çektiğimi görerek uyanıyorum. Bu artık hayatımın bir parçası ya da bir şekilde kabul etmek zorunda olduğumdan bunu söyleyebiliyorum. Bu sabah da o sabahlardan biri.
       Gözümü açtığımda hala kurtulamadığımı düşündüm, gözüme kırmızı bir perde inmişti. İlk defa değil,pek çok kez ‘bu sefer gerçek’ diyorum.’bu sefer gerçekten alevler beni yok etti.’ Ama gene o umduğum, beklediğim son, bu sabah da gelmemişti. Saçlarım her tarafa alev alev dağılmıştı. Benim gibi… Darmadağınıktım. Güneşi gördüğümde daha da dağıldım. Adeta bütün huzmeleri bana saplanıyordu, beni yakıyordu. Her gün bu darmadağınık, parçalanmış halimle ilk güneşin gözlerini görüyordum. Bu yüzden bedenim kasılıyor, kaslarım huysuzlanıyordu. Sırf bu güneş yüzünden üç gündür durmaksızın çalışmama rağmen kimseyi memnun edemiyorum.
   Güneşin benim üzerimde yanıltıcı bir etkisi var. Yanıltıcı, korkunç, mide bulandıran… Öyle ki; yağmuru gerçekten özlüyorum, yağmur damlalarının yumuşak sesiyle uyanmayı, yağmurun insanları kirletmesini, onların saçlarını bozmasını özlüyorum. İnsanların şikayet etmesinden, onları kızdıracak, küstürecek, parçalayacak şeyler yapmaktan garip bir zevk alıyorum. Bu zevk baştan ayağa beni ele geçiriyor ve uzun yıllardır mutluluğumu bu şekilde yaşıyorum. İnsanları onarmaya, hatta dinlemeye bile tahammülüm yok. Ne mutlu ki önemsenilmesi gereken arkadaşlarım, yakınlarda oturan akrabalarım yok. Yalnızım.
    Otendel’e ilk geldiğimde daha on yedi yaşındaydım. Aslında başından beri hiç istemediğim sosyal çevreden kopmak beni sarsmadı. Annemle babam konusunda ise sarsılıştım. İlk defa ayrıydık, ayrı kalmaya mahkumduk. Başından beri iyi bir balerin olmamda onların büyük katkısı vardı. Tatillerde yanlarına gitsem de, kopuyorduk. Ruhum parça parça ayrılıyordu onlardan. Kendimi kimsesizleştiriyordum. Yaşadığım tek yer sahneydi. Sahne beni ısırıyor sonra da sindiriyordu. Sevmediğim o insanların karşısında olduğumu bile unutuyordum. Beni kendisine esir etmişti,yalnızca sahnenin ışıklarını seviyordum. İhanetsiz,doğruyu,tutkuyu,yalnızlığı gösteren tek ışık beni gösteriyordu,izliyordu. Sahnenin geliniydim ve sahne de çok kasvetli bir damattı.
   Yıllar geçti, okulu bitirdim,evimde ruhsuz bir hayat sürüyorum. Hala güneşi,insanları sevmiyorum ve ruhum toz duman. İçimde güne dair hiçbir kıpırtı yok. Dört senedir Otendel’in bu kadar güneşli günler geçirdiğini görmemiştim. Otendel’i seviyorum ama tahminimce güneşle bir ilişki içerisindeler ve beni sinirlendiriyorlar.
  Kalkıp bir sigara yakabildim sonunda.
 Mırıldanıyorum,söyleniyorum,hırçınlaşıyorum… Tek çocuk olmama rağmen şımartılmadım. Şımartılmak da istemezdim zaten. Aksine huysuzlandım,sorunluydum. İlk bale öğretmenimle aramızdaki ilişki gergindi ama o yine de benden emindi. ‘Luthien,iyi bir balerin olucaksın.’ Çok güzeldi, alımlıydı. Daima ben büyüyecektim,ben yaşlanacaktım , ölücektim ama o böyle güzel kalacaktı. Her hareketi bana bir meydan okumaydı. Defalarca kaslarım zedelendi. Onunla yarışıyordum ve o beni küçük düşürüyordu. Yine de kafamda hep onun gibi olmak istedim. O her şeyin en iyisiydi. Saçlarımı uzattım mesela,artık benimde onun gibi saçlarım uzun ve kızıldı.renk açısından şanslıydım. Galiba sadece şu sıralar şanslı olduğumu söyleyebiliyorum çünkü ilk okuldayken kızıl saçlarım hep garipsendi  ve beni de bir numaralı alay konusu yaptı. Bu bir tarafa,yine ona benzemedim. Koyu gözlerindeki anlam farklıydı onun,yaz günü gözlerini kış gibi dondurur,sonbahar gibi kelimeler söylerdi. Benim gözlerim ise her zaman camdan sonbahar yaprakları gibiydi.
    Tüm gün oturup kendime baktım. Aynadaki bitkin görüntüme,içime… İçimde uçsuz bucaksız araziler,bataklıklar tembel tembel uzanmış,sarmaşıklar en kalın kollarıyla damarlarıma dolanmış,mezarlarında çürümeye mahkum insanlar gibi çaresiz görünüyorlardı. Ruhum benden önde, çok çok önde atlılarını kapmış gidiyor ve ben sadece izliyorum. Gözlerim,dudaklarım olması gerekenden soluk,vücudum daimi bir kırgınlık içerisinde. Bacaklarımın gövdeme tutsaklığı bitmiş, kalbimin her bir atışı kulaklarımda çınlıyor. Daha nasıl ifade edebilirim ölgünlüğümü? Bilmiyorum.
   4 yıldır kendimle bir arada olmam,kendimi çok iyi tanımama neden oldu. Tarifsiz bir sonsuzluk var bende,çürüsemde dünyanın daimi misafiri gibiyim. Kendimden sonraki hayatları düşünüyorum. Olur olmaz garip şeyleri… bu eve benden sonra kim gelip oturur? Duvarları beyaza mı boyarlar? Dönüp düşüncelerime baktığımda herkesi korkutan şeyleri bile görüyorum. İnsanların görmekten kaçındıkları şeyleri görüyorum. Sizler de bu yüzden beni  ‘garip’ diye adlandırıyorsunuz.
   Otendel büyük bir şehir. Ama benim için değil. Yediğim sıradan şeyleri aldığım yer,sahnem ve evim arasında ufak bir yaşam alanı. Bir şekilde yaşıyorum. Sağlıksız yaşam tarzıma rağmen hala ölmedim. Sigaraya tutunuyorum,halbuki ben bir balerinim. Sanatçıyım...
   Durup düşünüyorum,başka yapılacak bir şey yok. Sakin geçen egzersizlerimde,boş sahnede dans ederken düşünüyorum. Bazı zamanlar sahne binası tamamen boş oluyor. Ben de çalışmalarımı sahnede yapıyorum. Gözlerimi kapıyorum,kendimi bırakıyorum. Düşündükçe hayatın ne kadar boş olduğunu daha iyi anlıyorum. ‘Yaşamasaydın ne olacaktı Luthien? Hayattan ne beklentin vardı da hayal kırıklığına uğramış gibisin?’ Hayır,hayattan hiçbir beklentim yoktu. Ne yazık ki hayata gelmeyi de ben seçmedim. Ruhumun kör noktalarından biri de şu: hala nasıl ölmedim de bu hayata katlanmayı seçiyorum? Sanırım içimdeki karanlığa,içimdeki müziğe,kök salmış yalnızlığa bağımlıyım. Mutlu yaşayamazdım biliyorum. Mutlu olsam hayata katlanamazdım. Yalnız olmak,karanlıkta oturup sigara içmek,saçlarımın dağınıklığı,sorumsuz yaşayışım… Bunların hepsi benim seçimim. Karanlık ruhumun bir parçası ve hayatımı katlanılabilir kılan asıl neden de bu karanlık.
Rüyamda gelişmeler olmaya başladı. Birisi sürünerek bana doğru geldi,fakat alevler ona bir dost gibi davrandılar ,onun gövdesini  okşadılar. Halbuki ben olmalıydım onun eşsiz beyaz tenini okşayan. Alevlere kıskançlığım bir yana,o kadar büyülüydü ki;iyice yaklaştıgında  ayağa kalktı ama yüzünü göremedim. Parlak,bembeyaz gözleri dışında yüzü çizilmeyi bekleyen tualler gibiydi. Fakat tam o sırada bambaşka korkunç bir yüze dönüştü,gözlerindeki anlam belirginleşip,kolları beni sıkmaya başladığında içimdeki ürpertiyi hatta dehşeti  her noktamda hissettim. Öyle sıktı,öyle sıktı ki tuzla buz oldum. Tam bir kabus. Yine de uyandığım zaman ona olan hayranlığımı kendime söyleyebildim. Evet rüyamdaki kişi beni tamamen büyülemişti. Her ne kadar sonu kötü olsa da bir süre onu düşünmeden edemedim. Bazen sırf onu tekrar görebilmek için uyumayı istedim. Ama o hiç gelmedi. Artık alevler içinde can çekiştiğim ya da birinin beni tuzla buz ettiği rüyama o kadar alıştım ki rüyamda alevler korkunç sesleriyle gürlemeye başlayınca ‘bu bir rüya,ve artık korkunç değil’ diyorum. Alevlerin arasından gelmesini bekliyorum. Eskiden benim için epey bir korku kaynağı olan bu rüyaya anlam kattın suratsız adam!
Hücrelerim isyanda. Dinim beni terk etti. Ailemle ne zamandır görüşmüyorum. Arkadaşlarım yok. Hücrelerim biraz duygu istiyor. Bende her seferinde,en abuk sabuk şeylerden duygulanmaya çalışıyorum. Ee,tabii olmuyor. Bir şeylere yüklenmeliyim diyorum,bir şeyler yüzünden acı çekmeliyim diyorum. Ama hayatım o kadar tutarsız ki. Sorumluluk alıyım diyorum. Hayır,bu sefer de sorumluluktan şikayet ediyorum. Ben bu değilim diyorum. Bir şekilde kurtulmam lazım bu hasta hayatımdan.
Bale çalışmalarım da sürüyor tabii pasif pasif. Ay sonundaki gösterim için uğraşıyorum,en azından uğraştığım bir şey var. En çok korktuğum şey balenin de içimdeki mumlarını söndürmesi. İçimdeki tek ışık bu. Işıklar,ışıklar,ışıklar… Benim için konuşulması gereken en son şey.
Hayatım  böyle sürüp gidiyor. Ne kadar zamanım var bilmiyorum. En iyisi tekrar uyumak ve beklemek. Belki de bu sefer bitecek.

1 Şubat 2011 Salı

kahramanlara ne oldu
ben yaptım onların yerine
ne olmuş onlara
ben öldürdüm ejderhayı
hem daha sıcaktı bir erkeğin kollarından
hem daha heyecan verici ilk öpüşmeden

ne oldu kahramanlara
ben sevdim onların yerine ulaşılmaz sevgiliyi
serenatlar yaptım 
hem soylu bir centilmenim ben 
ailemin soyu götünüze kadar dayanır

ne olmuş kahramanlara 
hayatlarını orospular peşinde harcadılar
paralarını Vegas'da yediler
alkolden hıçkırıklara boğuldular
cinsel hastalıkları bile var

uzak durmalı böyle kahramanlardan zaten
atıyla tavlar belki 
kurbağadan daha iyidir bazen 
ama farketmez ikisi de aynı pek çok yönden.


çok sahipleniyorsun
uzak uzak uzak dursun
çok çıkarcısın
evet evet evet
zaten ikimizde ne istediğimizi biliyoruz
çok küstahsın
kesinlikle
bunu istiyorum
çok çok eziksin
olmaz olmaz olmaz
ayaklan!
çok sakinsin
yanlış yanlış yanlış
hareket istiyorum
iticisin
iğrenç iğrenç iğrenç
seviyorum bunu
böyle olmak istiyorsun
böyle olmanı istiyorum
iğrenerek severim ben!

25 Ocak 2011 Salı

DANNY 2

bu danny'le  ne yapmalı? kafasını mı kesmeli hemen,işkence mi etmeli? ne yapmalı? ne yaptrımalı? ne? bu danny'i sevmeli mi yoksa kafasını taşla ezmeli mi?yok yok... bu danny'i kaçırmalı biri benim kafamdan. kaç kurşun yemiştir ki kafasına,kaç kesik almıştır ki hayatı boyunca? hayatı yok ki onun. hayatı boka batmış,kokuşmuş tam bir çöplük. tekerlekli sandalyesinden mi kaldırmalı onu? itelemeli mi? kan mı kusturmalı? verem etti beni verem. şu iğrenç kahverengi kazağından sıkıldım! ayakkabısının arkasına basması artık hiç güldürmüyor beni. arada çorap giymemesi neşelendirmiyor. artık sıkıldım! biri onu çekip almalı altı boyutlu kerhaneden. domuz kokusu var onda,kendi bokunu yesin bari oldu olacak. edebinde bile kusmuk kokusu var. ağzı kırk yılın başı tütün kokar. ama götü istisnasız kokar. hem ne bu karı düşkülüğü, zor yapar biraz o işi.. iktidarsızlık iktidar! hem kim öper onun dişsiz ağzını kim yaklaşır kirden siyahlaşmış boynuna. ama ne yapışkan şeydir o!!! pinekleyerek alır maaşını,karnını kafeinle doyurur.
dıtt...dıt...dıt...dıtdıt...
kafatasını kemiren avuç avuç böcekler üremeden önce bir tanesi bile yeterdi onu delirtmek için. şimdi binlercesi milyonlarcası yapış yapış bir ıslaklıkla dişliyor iliklerini. salyalarında mikroplar mikroplar... çeşit çeşit iğrençlikler... hepsi de danny için. bütün bu ödüller bütün bu kutsal varlıklar. ayakları soğuyorsa bırakın ölsün. ağzı buruş buruş kapanıyorsa bırakın ölsün. derisi sünüyorsa, inip kalkmıyorsa artık göğsü bırakın ölsün. ölüsünü cinlere yem ederiz. ölüsünü biz yeriz eğer kabul etmezlerse.biz iştahla yeriz şapur şupur ve çiğ çiğ yeriz. çiğnerken lastik lastik etlerini hissederiz. defalarca çiğneriz defalarca ve defalarca,sümük kıvamına gelinceye kadar dişleriz. suyunu çekeriz etten,lapa kıvamına gelinceye kadar eti dişleriz. dişleriz kırmızılığı parça parça oluncaya kadar iştahla. dişimizin kavuğuna girmesine izin vermeyiz tek bir yamyalığın. zevkle yutarız,orgazmla içeriz. midemize varana kadar türlü türlü işkenceler ederiz. en iğrenç kemirgenliği biz yaparız en rezil sindirmeyi biz yaparız biz!!! öyle bir iştahla yeriz ki dudaklarımızı yalar,birbirine yapıştırır ve gözlerimi kapatırız.yutkunuşumuzun sesini sofradaki ete kadar göndeririz.
dıtt...dıt...dıt...dıtdıt...
aslında bu kadar nefret besleyceğimi düşünmezdim danny'e karşı. başta var olmasını isteyen, var olması için tepinen,didinen deliren bendim. başta çok isterken,beynimdeki bütün her şeyi bilmesini isterken neden şimdi böyle hissettiğimi elbette biliyorum. çok ileri gitti. tam ensemde!kulaklarımdan fışkırıp ayaklarıma kadar bir aura gibi çevreledi. danny'i bilmezsiniz. elbette bilmezsiniz. şimdi yok olmasını istiyorum. çok ileri gitti. parmak uçlarımda. hem ne bu düşüncesizlik ne bu unutkanlık bendeki. hem onun yüzünden. ölüyorsa zevkle izlerim onu ama uyuyor. çökmüş kanepesinde osurarak uyuyor. elleri hep bacaklarının arasında. kimi düşünüyor kim bilir. alttaki orospunun ona parasız asla vermeyeceğini söylemiştim. belki onu zor kullanır da duvara dayar diycem de diyemem. o güç yok onda.bu kemiklerle benim serçe parmağımı kıramaz bile. ama eline bir bıçak aldımı iyi keser. belki kadını da bıçakla beller. bunun olmasını da istiyorum aslında belki biraz hayata dönebilir. belki bir orgazmı paylaşınca bıçağı bırakır artık iş falan arar,belki adam olur belki siktirip gider kafamdan düşüncesi. ama yalan söylüyorum. kadını alsa da almasa da böyle kalacak o. bende ter kokuları içinde ölücem.
dıtt...dıt...dıt...dıtdıt...
tırnaklarının içinden kan gelir. ama o sarılığı asla boyayamaz kan. nasırları kapatamaz kan. kan yaşam vermez. kanını akıtırız biz. dibine kadar,son damlasına kadar. ve bekleriz üstü kabuk bağlasın,parlaklığını yitirsin,sıvılığını kaybetsin. kokusuyla sarhoş oluruz. içmeden daha. hem kim ister bu manzarayı bozmayı,kim ister zevkten mahrum kalmayı. hep o mu deşecek bağırsakları,gözleri o mu oyacak ve tırnaklarını o mı yiyecek. kan ter için de eve gelip etrafa işeyip kim uyur böyle rahat! kim kim!!! ben yaptım. daha ellerim morarmadı,daha kan soğumadı. daha korkuya kapılıp koşmadım. daha sokak köpeklerini kızdırmadım. sokak kapısını açık bırakıp karşıdaki ibneyi evime alıp zevk vermedim ona. ben bir düşünce bir daha kalkmam. öylece yatıp uyurum.uyumalı şimdi!!!
dıt...dıt...dıt...dıtdıt...
biri kapatsın şunu!

23 Ocak 2011 Pazar

ZEVK 2

ne yapardı o kurbalarına
derinlerini yüzer,karınlarını deşerdi
bundan da büyük zevk alırdı
tırnaklarını söküp işkence ederdi önce
gözlerine iğneler batırırdı
parmaklarının arasındaki ince deriyi makasla keserdi
dizlerine çiviler çakardı
bundan da büyük zevk alırdı
gece yarısı şehre sis çökmek üzereyken kurbanlarını aramaya başlardı
sis yeni çökmüşken kurbanı kucaklayıp arabasına atardı
bu kadar kolaydı çünkü işini bilirdi
şehrin dışındaki eski mezbahada severdi onları
fazla severdi sevgiden öldürürdü
içlerini boşaltırdı
bundan da büyük zevk alırdı
alırdı almasına ama koku dayanılmazdı
önce burnunu kesti
sonra kulaklarını
sonra da onları kesti
uzuvlardan kurtulmak kolaydı
ama kaygan sıvıyla birlikte zemine yayılmış bağırsakları kucaklayamazdı
kurumuş değirmen uzuvlara ev sahipliği yapar
orasını hiç düşünmez zaten
gevşek taşı üstüne çekti mi kimse anlamaz.
ama bağırsakları kucaklayamazdı
ayaklarıyla iteleyip durdu bir süre
ama koku dayanılmaz oldu
mezbaha tam mezbaha oldu
zevk alırdı bundan şüphesiz
alırdı almasına ama
zevk vermezdi kimseye!

18 Ocak 2011 Salı

Danny

gecenin bir yarısı evine zor atardı kendini. buzdolabındaki boş süt şişelerini dayardı dudağına. odanın ortasındaki kanepesine,yamulmuş minderlerin arasına yerleşir,kemiklerinin arasından zar zor nefes alırdı. hiç rüya görmezdi,tam anlamıyla uyuyamazdı bile. sokak köpekleri eksilmezdi peşinden,eklem yerlerinde kopar gibi olurdu koşarken. işte bu yüzden zorlanırdı ya,eve zor atardı kendini. terkedilmiş sokağın terkedilmiş köşesi.cepleri tütün dolu,iskelet kılıklı adam. kokuşmuş hırkasının arasından böcekler çıksa yeridir. uyurken ağzında gezen hamam böceklerini saymazsak temiz sayılır. ben onu bu haliyle severim.bu haliyle kimseye benzemez. yaşadığını kimse bilmez. bir ben bilirim;beni de o bilmez.
hah işte genzinden çıkan o homurtu da duyuldu. açık ağzından çıkan o ses...hep korkutur beni. bir gün kapıyı açık unutmuş,o sesi duyan yan dairedeki sümsük gelmişti odaya gayet gürültülü bir şekilde. tabii ben hırladım o beni duymadı. bizimkinin sesine gelmiş de sonra sessiz sessiz gitti. o da kendi kendine konuşuyor. benimki daha ona başlamadı. ama kafasında ne zırvalar dönüyor. mesela önümüzdeki günlerde alttaki orospuyla yatabilir,tabii para bulursa. yoksa verir mi yosma? kim bakıyorsa onun kokuşmuş kıçına. o göte o para verilir mi? bunca senedir yeminli gibiyim ben de ama bir gün onunla olmak aklıma gelmedi. ama benimkinin gelecek aklına bu fikir,bende kaşınarak mırıldayarak bu ikisini izlemeye gideceğim. sonrasında benimki odasına gelip gene uzanır şu kanepeye,ben de burada hamam böceklerini izleyeceğim.şu duvardaki islere bakıp,şıp şıp şıp... kaç kere dedim kendime şu musluğu tamir ettirmeli... ama yok olmaz,musluğu kullandığımı var ne bilsin!işte homurdanıyor gene elini bacaklarının arasına sokmuş neler düşünüyor kim bilir. 
"yok etmeli,yok etmeli..." 

15 Ocak 2011 Cumartesi

ZEVK

parmağının ucunu kesmiş salak.
durup dururken kesmiş.
sonra birde ağzına götürüp ziyafet çekmiş.
yutkunmuş ama o ne zevk? ne zevk o? 
dudaklarını yalamış,dudaklarını ısırmış
kesivermiş dilini
durup dururken kesivermiş
yutmuş da yutmuş.
içmiş de içmiş.
ne zevk o?o ne zevk?
tıka basa kanla doymuş
kesermiş etini
durup dururken kesermiş
sonra dudaklarını dayayıp kana kana içermiş
o ne zevk?ne zevk o?
yalarmış dudaklarını
üstünü başını silermiş




12 Ocak 2011 Çarşamba

JACK LONDON ÜZERİNE

ben Buck'ı sevdim. Buck'ın kurtları öfkelendiren vahşiliğini sevdim. Buck'ın sadakatini sevdim,Buck'ın şevkatini sevdim. ben Buck'ı sevdim.
 anlamıştım en baştan onu seveceğimi.birincisi insan değildi. en güzeli de bu değil mi zaten. London önünüze bir köpek bir kurt koymayı sever. biz London'ı niye severiz peki? çünkü vurucudur. trajedi yazarıdır. çünkü en samimi duygularınızla karaktere bağlanmanızı sağlar ve sizi acımasızca savurur. okuyucuya hiç acıması yoktur onun. kendini tatmin eder,bencildir. karakterine bağlandığınız için sizi cezalandırır. size ölümden önce ölüm acısını yaşatır. ve hiç nefes aldırmaz. sürekli sevginize sevgi katar. çok iyi kandırır sizi. ve sonra aniden yere çakılırsınız.
Martin Eden'i kim unutabilir. 4 saat uyurken bile zaman kaybettiğini düşünen Martin Eden'i.kendini dalgalara bırakan Martin Eden'i.Martin'in ev sahibini bile unutmadım.
ben Buck' sevdim şüphesiz ama tanırdım  London'ı. onun stilini bilirdim. tuttum kendimi bağlanmadım Buck'a. peki o ne yaptı? gene oyununu yaptı.bana sanki pis pis gülerek " çok da önemli bağlanma lan Buck'a" dedi ve aslında kısacık sürede kalbimizi ısıtan Thornton'u aldı elimizden. o zamana kadar Thornton'a bağlandığımızı anlamamıştık. halbulki,en basitinden Dave'i vuran adama kin gütmüştük,en basitinden Dave'e bile bağlanmıştık haberimiz yoktu. ayakları şişen,günden güne eriyen Dave'in acısını dindirmek için vurulduğu bir gerçekti ama kabullenemedik. o sahne bizi çok etkilemişti. Dave bile o kadar etkilerken,bağlanmamak için kendimi tuttuğum Buck nasıl etkilemesin. aslında her şey bir sanıdan ibaretti. ben sandığım şeylerle okumaya çalıştım, London bir süre umursamayıp sonra beni yere yapıştırmıştı.
işte bu yüzden London'ı okurken korkuyorum. ne tarafa gard alsak başka bir taraftan vuruyor. aslında elimize bu gardları camdan veriyor. biz farketmiyoruz. onun kitaplarında efendi olamazsınız. köle olduğunuzu da göremezsiniz. ancak biraz aşina olduğunuzda belki köle olucağınızı tahmin edersiniz fakat ortalara doğru birden efendi gibi hissedersiniz. işte bütün olay bundan ibarettir. Shakespeare'in Romeo'ya yaptığı gibi, London da haddinizi bildirir. zavallı Romeo konumunda olan bizlerin ardından ağlayacak da yoktur ne yazık ki,ne şanslı ki Romeo bir işe yaradı bizden hala bir şey olmuyor.

Bensizlik

benim de bazen düşünmeden çekip gidesim oluyor,
benim de bazen birini sevdiğim oluyor
bazen öldüresim geliyor benim de
arabaları çizip kaçasım oluyor
orospu gibi davranasım oluyor
gerçek bir orospu olasım geliyor
küfür ederken edepli olasım geliyor bazen benim de
bazen de kapıya kadar yürüyüp çıkıp gidemiyceğim birisinin olmasını istediğim
hayatımın adamını bulmak istediğim
cesaretimin olmasını istediğim de
bazen kaosa atlayasım geliyor
bazen benimde devlete karşı isyanlarda olasım geliyor
cidden iyi bir insan olmayı istediğim oluyor
dilencilere para veresim geliyor bazen
yağmurdan korkan insanlardan olasım geliyor
yaşlılığı sevmeyenlerden olasım geliyor

9 Ocak 2011 Pazar

A TRAVEL IN THE SERPENTINE

                                  
    Square,round,formless things my around. Purpled,greened,blackened my soul with the shape and shapeless my around. Aha!!!he here. Stupid,calm he is. No,no what? What do you want?

- i have preapared food for you.
-thanks, i comin'

    Okay,returned. The room is illuminated,blackened. Huh… It was over 3 months ago.missing him but not wanting any men to help myself. Problem not me. Problem in me not in me. Love,man,no need.No way to me to have. Howl…howl… around me. Shapless thing above me,inside my nails. Dirty,i should clean my possessions. Possesions my father bought. Dark outside. Aha!!! What do you want from me again?

-eat some more.
-nope.i'm okay.you eat leftovers.

    Continue. Forlorn places,forlorn my thoughts. Hopeles me…poor me... I say nothing to see me a poor creature. Don't do. Nobody must do. Virginia… Why do you writes so understandble(!) My powerfull goddess. My room again. Why did 'thou' word change? Beautiful than ‘you’. More poetic,more magical…Full of love...Love? Who found l-o-v-e? Who loves love? Brother love,parents love,courtly love … Somebody's classification hiding within me. They are conservative. But she was red for a while. They stay same place since born. Different from them i am. Running away,sometimes when i am in mirror or stage. I must be shining. Once upon a time a cat here. Lying ground,licking itself,cleaning… making   me relax,staying me in tranquillty… Roaming between my wrists,painting ‘eight’,sleeping in silence. He hit him,kick him softly but kicking is unstandable for him. He hit it. Revenge. Finally i abandoned cat. Actually,i am abondoned. Thanks for help. You wrote:
       
         Whisper blue flame under the seas is spelling wonder,
         Unknown words of past and future a wrong melody.

   I wrote a passage which has a name i do not remember now. Newspapers shows one’s idea about his political sight. I did not read it yesterday, today too... I am watching news. Forget about newspapers. I am bored of doing homework,writing essay about such a unusual thing with a weird style. Who can stand reading this ridiculous vampire story? Red,passion,love,rose… I remember these words in your first lecture. Rose,passion,love… My deepest emotions and nauseas are awakining. Thorns are the most attractive part of the roses. Blood,my desire to be alive,must be gushed out from his arteries. When the death comes,death comes. ıt is nothing different than nothing. Carpe diem! I do mot believe this idea. This is so egoistic. But i am not. But it is true,true that i do not love people. Most of them are mental costive. They are enemy. Am i just sarcastic? Or is this a kind of selfishness?  If it is,i do not complain about being selfish. What are you doing there? Flowers are about to die down. I saw her after a long time. Missing? Beautiful,curly girl loves me. Me too… I saw a couple,drinking beer near us. Tea is better, I do not drink a beer,men who work in the bar pee in it. Disgusting! Merciless! Handsome but moron. My brother is tidy so much. He is tidier than me. When will my nails lenghten? I must go to this concert.If i went away when i came to there,i would not have to want a permission to go. I do not want a permission for all my my freedom,my rights and my body.

   Nothing,nothing above me… And nothing will be… Give me a tranquilizer  so that i will be in safe until the end of life.

BOK

sevgili blog umarım bundan sonra aramızdan su sızmaz.bugüne kadar kimseye açılmadım sana açıldığım kadar.hem ne varmış okusunlar şaşırsınlar beğenmesinler.ne var ne? boktan kötü kokamaz ya. herneyse şimdi diyorum ki ben yarın ne yapıcam? ya sen söyle sen ne yapıcaksın? her gün beni mi bekleyeceksin böyle kuduruk karılar gibi. sana iki çift güzel söz söylememi mi bekliyceksin? yoksa... yoksa... sen... sen daha bana inanmıyor musun? güvenmiyor musun? yahu saat kaç oldu siktirip yat demiyor musun? lan ne boktan blogsun sen? ne yazsam kabul ediyorsun. sikik diyorum kabul ediyorsun.bok diyorum kabul ediyorsun. valla bak sende yoldan çıkıcaksın. eğer gözün bendeyse avcunu yalarsın. kim çeker lan böyle blogu. adam gibi sende bana iki laf ediverseydin güzel olmaz mıydı? ne saçmalıyorsun kadın sen desen,yürü git sınavına çalış desen olmaz mıydı? ah ulan ah!!! senden çok ben kuduruğum sanırım. ama hep dediğim gibi farkında değilim. neyse şimdi ne diyceğimi unutmadan,daha doğrusu aklıma gelmişken söyleyeyim " evvela bu iş burda bitmez." daha dur yeni açıyorum kendimi sana. sen daha bana bağlanıcaksın,sonra ben seni kapının önüne koyucam,sonra yıllar sonra tekrar seni bulucam.tabii sen tahminimce o zaman boktan bir şey olursun doğal olarak ben seni gene terkederim. yani açık açık söylüyorum sen benim yeni hevesimsin ilerde ne olur belli olmaz ama seninle ilgili bir gelecek düşünemiyorum. ölürsem zaten bok gibi ortada kalırsın. artık arkadaşlarım bunları okuyup okuyup zamanla atlatırlar ama sen nah atlatırsın. sen dul karılar gibi azarsın ama seni duyan olmaz. kendi kendine kavrulmayı öğreneceksin tamam mı? bu arada geçen gün defterime çizdiğim bok kafalı smokinli adama benziyorsun, parmağıma da eskiden modaydı hani adam çizerlerdi işaret parmağına smokinli adamlar hani işte onlardan çizesim var. ee peki ben niye bunları yazıyorum! niye! çünkü bokumdan bile değersizsin. çünkü seni istediğim gibi kullanabilirim. seni olmak istediğim kişi yapabilirim. olucağım kişi de yapabilirim. olmadığım kişiler de yapabilirim. ve kimse anlamaz. neyse sen bunları çok düşünme tamam mı? sana verileni paşa paşa alacaksın!!! bok kafa seni!!! eciş bücüş hain şerefsiz blog seni!!! pezevenk seni!!!

KADIN VE KADIN FARKI

Efendim şimdi diyorlar ki,herkes yerini bilecek. Oturmasını kalkmasını bilecek. Yanıma yakışsın,ağzı burnu şekilli olsun,yemeğime tatlı olsun,dinlemeyi bilsin. Şurası şöyle olsun öyle severim,şöyle 90 60 90 olsun bilmem ne... Sokaktaki kadının hali başkadır tabii,o kadın gelir yanınıza o zaman alttan alttan namus meselesi başlar. Sözler değişir hemen erkek sözü ya,bir kere de tutarlı olmaz.

"Öyle açık giyinmek olmaz,herkese güzel değil bana güzel olsun. Dikkat çekmesin ota boka karışmasın,ruhu güzel olsun,kilolu da olabilir belki içi güzeldir."

Yok efendim,erkek dediğin kadınını kollarmış ondan böyleymiş,kıskançlık değilmiş bu gerçek sevgiymiş.
Yanınıza aldığınız kadını kendinizden koruyun önce de sonra lafınızı da söylersiniz. Şimdi erkeklik onurumuzdur erkek olmak bir adım önde olmaktır falan değil durumu erkekliğin. Erkekliğinizi ufacık bir şeye bağlı olarak yaşıyorsunuz! Sonrada kadınların bugünkü konumuna getiren kadının kendisidir naraları atıyorsunuz.

Örümcek kafalı kadınlar yetiştirdik. Kadının teki diyor ki:

" Ee erkeğin sevgilisi olur kızın olamaz,kız(!) birinci elden gider. Erkek kaçıncı else o kadar şahlanır. Ee deneyimli erkek iyidir iyidir" hani klasik erkeğin elinin kiri lafına kendi yorumunu ekliyor da karşısındaki kadın da kafasıyla onaylıyor. Hay ben sizin kafanıza..

Bu örümceklerin ellerinde olsa bakire doğum yaparlar. Ama yok yok belki de yapmazlar. Bir amaçları yok işte ellerine geçen biraz pirinç biraz suyla pilav yapıyorlar falan. Evde iki tur atıyorlar,banyo mutfak,salon mutfak yani bu işte. Hem yürüyüş yapmış oluyorlar,hem namuslu kalıyorlar. Mutlu da oluyorlar yani hiç birini şikayet ederken göremedim ben.

"Ay kocam vay kocam,yemedi yedirdi,içmedi içirdi. Çok iyi adamdır hem beni hiç dövmez. Pek konuşmuyoruz ama konuşmadan anlaşıyoruz işte ona da şükür."
Bakın bakın aklıma şimdi geldi,farzedelim ki karı koca 40 yıllık evliler ama adam ölmüş gitmiş cenaze falan filan derken şöyle bir muhabbet çıkıyor ortaya:
-nasıl bilirdiniz?
Ne desin kadın?
-Valla pek konuşmadık.

Herneyse,kadınlık haklarını savunan kadınlara isyankar,pantolon giyen kadınlara aşifte,çalışan kadınlara orospu diyorlar. Ben de bu kadınlara kadın demekten utanıyorum.
Yakın gelecekte kocalarının ellerine  kendi boyunlarına geçirdikleri tasmaların ucunu tutuşturup olayı somutlaştırmaları da olası.

"geçir boynuma haydar,kullan beni tepe tepe."

Bazı kadınlar bunu fantezi olarak yapıyor.

Neyse… Bu kadınlara fanteziden önce kadınlığı öğretmek lazım. Ellerine maddelerin verilmesini beklerler.
1.okuyun,öğrenin.
2.yaşayın,deneyim kazanın.
....
falan filan...

" Ee başımızı nereye sokucaz?"
-Başını çıkardın da sokması mı kaldı?
"Ee kadın olun olun diyorsun da,başımızı nereye sokucaz diyorum?"
-Sen başını çıkardın mı onu söyle.
"Çıkarıcaz hayırlısıyla."


Bugün hala erkekle konuşunca erkeğin haz alacağını düşünüp de hayatla bağlarını koparan, "kocama lazımım,kocam kızar,kocam ne der,kocam,kocam,kocam..." diyerek arkadaşlarıyla bağlarını evlendiği gün kesen,bankaya para yatırmaktan bütün erkekler üstüme atlar (çok seksiyim) diyerek korkan, insanlığından zerre kadar nasibini almamış dışarı tek başına çıkamayan(gece de değil ha!),kafayı öne eğmeyi namus sanan,sevişmeyi çocuk yapmak sanan,erkeğe hizmet etmeyi kader sanan,erkeğin yanına oturmayacağından otobüslerde ayakta kalmayı yeğleyen,küçücük evlerine misafir geldiğinde haremlik selamlık yapıp da tuvalette bile takılırız yeterki erkekler görmesin beni (çok seksiyim) diye düşünen,sosyal hayatı kapı deliğinden apartman gündemini takip etmekten ibaret olan,kadın kelimesini ancak gerdek gecesinden sonra kabul edebilen,çeşit çeşit çocuklarını kendisi gibi olsunlar diye döve döve evcilleştirmeye çalışan aciz,gelişimini tamamlayamamış kadıncıklar!her şeyden önce sizlere acıyorum.


ALIŞKANLIK


Ben sana alıştım be sevgilim.
Bilirim üzülürsün bu lafıma,
Ama alıştım işte.
Doğru.
Maalesef sevgilim sen alışkanlıktan öte değilsin.
Hep derdin ya en korktuğum şey diye,
Alışkanlık olmak senin için.
Oldun işte elden ne gelir?
Bari keyfimizi kaçırmasan diyorum,
Ama kaçırırsın onu da bilirim.
Aslında hep bu bilmelerim yüzünden alıştım sana.
Her şeyini bilirim senin,
Yollarını bilirim.
Bu satırlardan sonra gönlünü almasını bileceğim gibi,
Bilirim seni.
Belki de ilişki bana göre değildi.
Ben işin gizemli boyutunu seven bir kadınım.
Sen her şeyini bana açınca tadım kaçtı.
Bir ayda yedim içtim seni,
Öğrendim her numaranı,
Kalmadı işin gizemi,
Kaldı sadece alışkanlığım.
Hani o sabahları huysuzlanışın…
Hani o alıngan ve kırılgan tavrın…
Bende üstüne gelip gönlünü almaya çalışırdım.
Ama bugün anladım.
Ben seni sevmeye alıştım.
Yok ötesi.
Yaşarsan böyle başımın üstünde yerin var.
Yok,olmaz olmaz diye alınganlık yaparsan,
Hiç alamam gönlünü .
Alışkanlıkları kırmayı da bilirim                                                                                                              

BİR AĞIZ MESELESİ


Sabah kalktığımda ağzım yoktu.
Hala da yok.
Bende vapura binip karşıya geçtim,ne yapayım?
Aksilik işte.
Vapurda dışarıya oturmuş üçkağıtçı martıların kurbanlarını izliyordum.
Bunlar yeni gelmiş İstanbul’a.
Öyle olmalı,öyledir yani,muhakkak.
Şu simidi yiyecek ağzımız bile yok.
Ama ağız kokusundan da beraat etmişiz.
Yine de  ayak kokusundan  müebbetiz.
Bende oturduğum yerden ayaklarımın güzel bir fotoğrafını çektim.
Vapurun demirlerine dayadığım,milleti engelleyen bacaklarımın hemen bitimindeki ayaklarımı.
Laf işte sanki başka ayağım var.
Ağzımı alan bari yerine bir ayak daha bıraksaydı,
Ya da ne biliyim kol düğmeleri bıraksaydı.
Biraz tıraş köpüğü bıraksaydı,
Belki ağzımın gidişine daha çok üzülürdüm.
Ağzım yok ağzım!
Sabah kalktığımda yoktu.
Hala da yok.
Hay aksi.
Diyorum ki içimden:
“Ağzımız olsa simit yerdik.”
Ama ağzımız yok.
Ama olsa,yerdik.

BİZİM EDEBİYAT ANLAYIŞIMIZ


Derler duygu işi şiir,
Tavır işi işte bu şiir!
Okursanız bedava,
 Ama takmayın sözlerimi kafanıza.

Ne hali varsa görsünler bana karşı duranlar.
Uğraşamam kimseyle yok vaktim.
Aksiyim,her şeye var bir lafım,
Ağız kokumu çekecek adam ararım.

Yoksunum duygudan!
Bir şeyden anlamam!
Umursamam hayatı!
Çiğnerim aptal adamı!

Tütün kokar ciğerim.
Sakız kokar ağzım.
Tam “yosma” dersiniz görseniz.
Böyle bu kız isterseniz.

Düşünürüm olmadığım kişi gibi,
Davranırım olduğum kişi gibi.
Tavrım tam sokak kızı.
İsterseniz kovun beni.
Sorun değil olmak at hırsızı.

Dokunmalı mı ciğerine şiir okuyanın?
Ciğer mi kalır adamda o kadar sigaraya?
Hem sanmam şiir romantik işi.
Bu şiir benimse,değil romantik işi

Ben inanmam aşka maşka!
İnanmam mala mülke!
Sevmem kırıtan erkeği!
Alırım istediğim şeyi!

Issırırım dudaklarım istersem bir şeyi çok.
Kırıtırım birazcık olur biter hemen.
Kimse alamaz benden istediğini .
Bir ben alırım istediğimi.

Kimse olamaz bana eş,
Dayanamaz kimse.
İllaki istiyorsa beni,
He heyt!Bekler keyfimi.

Aman aman! İstemem ne yanımda biri,
Ne de aklımda biri.
Zor iş hayat işi.
Basittir yaşaması düşünmezseniz pek çok şeyi.

IŞILTISI DENİZİN

Dumanlı gümbürtüsü vapurun kendimden geçirir beni.
Salkım söğüt,ağaç dalları ve hurmalar…
Işıltısı denizin gençlerin arkasında,
Uzar gider.

Tütsüleyip koysunlar beni turşu şişelerine.
Ve ölümüme sevinsinler.
Hayatını yaşadı desinler.
Işıltısı denizin benim arkamda.

Salamura olayım.
Ağızları ekşiten,dudakları büzüştüren.
Sonra hatırlasınlar beni,
Işıltısıyla denizin.

İki kelimelik tanışma muhabbetiyim ben.
Çift kulplu bir fincanım.
Ama ışıltısı denizin benim arkamda,
Günbatımı gibi sönüp gider.

Hiç olmadı kopamadıklarım.
Kuşların cıvıltısı bile…
Çünkü güneş sırtımda benim.
Işıltısıyla denizin…

Ölüm vakti gelince kapıma,
Kaçmak ne çare giderim.
Ama unutamaz kimse beni,
Arkamda ışıltısı denizin.

ÖLÜM

Ölümün bahsini açmasınız olmaz mı?
İliklerime kadar üşüyorum.
İliklerime kadar…
Saç diplerim diken diken oluyor.
Boğazımda bir yumru hissediyorum.

Seri katil o siyahlar içinde.
Gelip kaplıyor gölgeleri, köşeleri…
Çekiyor ayaklardan,
Ve cesetleri bırakıyor ortada.

 Lütfen, lütfen bahsetmeyin ondan!
Ortada bıraktığı çocuklardan,
Birbirine sarılmış gençlerden,
Yürüyemeyen yaşlılardan,
Ayyaşlardan, hastalardan.


Nerede diyorum nerede bu sefer?
Bir ameliyathanede mi?
Bir askerin yanında mı?
Güzel bir kadının yanında,
Ve eğlencenin ortasında mı?

Ölümden bahsetmeseniz olmaz mı?
İliklerime kadar üşüyorum.
İliklerime kadar…
Üstüme kefen gibi iniyor siyahlığı.
Lekeliyor oramı buramı.
Morartıyor ayaklarımı.
İliklerime kadar üşüyorum.
İliklerime kadar…
Ne olur bahsetmeyin!
Kafama silahı,
Boğazıma bıçağı,
Dayamayın!

Siyah saçları, kırmızı rujuyla bir kadın gibi cezbeder bazılarını,
Ve hemen kucağına atılmak isterler.
Yükseklerden atlarlar.
Sulara düşerler.
Midelerine atarlar,yutarlar.

Bağırmayın beynimin yaylıları!
Hayır,hayır susun!
Çok korkuyorum.
Ölüyorum korkudan.
Tırnaklarımı çekiyorlar sanki.
Yanıyorum alevler içinde.
Zehirliyorlar yediğim yemekle.
Dövüyorlar canım ağzımdan çıkana kadar.
Delik deşik ediyorlar yok yere.
Vuruyorlar beni kafamdan.
Gırtlaklıyorlar arka sokaklarda.
Boğuyorlar en derin sularda.
Kesiyorlar uzuvlarımı.
Taşla eziyorlar kafamı.
Sallandırıyorlar meydanda.
Yiyorlar çiğ çiğ.

Soğumak istemiyorum.
Hayır hayır,
Çürümek değil bana göre.
Yıldızlara bakmalıyım ben.
Takım yıldızlarını göstermeden daha
Soğumamalıyım.
Daha kolumu kaldırmadan hiçbir şey için,
Daha bir bebeği yürekten sevemeden,
Daha kalbim yumuşamamışken,
Anılarımı göremeden,
Daha sevemeden kimseyi,

Susun susun!!!
Adi çıngıraklı yılan!!!
Susturun!!!
Ne olur!!!
Bir şeyler yapın!!!
Üşüyorum iliklerime kadar.
Soğuyorum.