9 Ocak 2011 Pazar

ÖLÜMÜN PORTRESİ


    Onu sokak lambasının derin ışığı altında gördüm ilk defa. Yanına gitmek istemedim,isteyemezdim. Bu bir hata olurdu,isteseydim kendimi suçlu hissederdim. Çünkü en özel anlarından birini yaşıyordu. Sokağı boş sanarak yarı oturmuş bir vaziyette ağlıyordu. Utanmadan,sesinin çıkmaması için dudaklarını bastırmadan,haykırışlarını dudaklarından dökülmesinler diye tekrar yutmadan,ağlıyordu. Havanın keskinliğinden ya da gecenin bu saatleri genelde daha serin olduğundan gözyaşlarının yanaklarını yaktığını biliyordum. Kırmızı mantosunun altında kırılmış gibi duran çarpık bacaklarının,o incecik çorapla buz sarkıtları gibi parladığını görüyordum. Derisinin altında kan dolaşımının yavaşladığını,ayakkabılarının içinde ayaklarını birer gülle gibi ağır hissettiğini,ellerindeki tül eldivenlerin hiçbir işe yaramadığını,parmak uçlarının içi tuz dolu derin yarıklar gibi geldiğini, ‘v’ yakalı kırmızı mantosunun içindeki bedeninde kırmızılıktan hiçbir eser olmadığını aksine mavi ve siyahın bedeninde hüküm sürdüğünü biliyordum. Biliyordum işte…
   Gözlerinin kenarlarında derin yarıklar halinde ilerleyen yaşamışlık belirtileri olgunluğun çizikleriydi. Ne diyordu bana içinden öyle? Kulak kabarttım.
   “Biliyorum beni izliyorsun uzaktan ve biliyorsun sürüklendiğimi. Sürükleyenin senin ırkından olduğunu görmezden gelme ne olur? Kendini ayırmanın ne yararı var onlardan. Sen de onlar kadar alçak,ruhsuz ve adisin. Hatta daha da adisin. Daha da adisin. Daha da… Daha da…”
   İşte şimdi içinde uçsuz bucaksız uçurumlar açılıyordu. Ruhu bedenine sığmayacak gibi derisinin üzerinden “çekilin” diyen hücrelerini görebiliyordum. Çok olmamıştı içine çekeli o dumanı ve birikmişti o duman hücrelerinin arasında. Şimdiyse “çekilin” diyordu. Hem dayanabilir mi duman bedene sıkışmaya?
    Saçak saçak olmuş sözde yapılı saçalarından akıyordu kırmızımsı bir perişanlık. Sonra parmaklarının arasından,bacaklarının üstüne… Bacaklarının üstünden ayak bileklerine… Ayak bileklerinden asfaltın buz gibi yorganına siniyordu.
    Ahh… Kırmızı elbiseli kadın,o tükenişlerin ve büyülü perişanlığın mıydı seni bana çeken? Hayır! Hayır! Aslında beni sana çeken... Ben bunları düşünürken beynine sızıverdim ve gördüm. Olanları… Beyninde bir hücre sıkıştırdı beni,fısıldadı: “Burası boş,buraya binalar yapamazsın! Hadi yaptın diyelim, binaları yaparken duygular kullanamazsın. Kullanırsan eritiriz o insanlığın şekerden duygularını.” Bende umursamadan ilerledim ama içinde tek bir yapı taşı kalmamış,tüm kaleleri yıkılmış beyninin,tüm köprüleri yakılmış ve tüm geçmişi karalanmış.
     Uzun süredir yere eğik olan başı kalktı sonunda,ben de sinmiş olduğum köşeden dikkatlice izliyordum. Gözleri… Gözlerinin aklığı seçilemeyecek kadar fazlaydı makyajı,o makyajın kasvetli kasvetli yanaklarına dağılışı ve sonsuz bataklık vadileri gibi kuruyuşu benim için güzel bir portreydi. Çaresizliği mi,üşümesi mi demeli dudaklarının titremesine? Sokak lambası ona daha bir farklı bakıyordu şimdi,oldukça keskin hatları vardı. Gözlerinin kenarındaki çok derin olmayan ama yaşı konusunda kırklarında diyebileceğim ipuçlarını ışığıyla daha da derinleştirmeye çabalan sokak lambası beni kandıramazdı. Bir süre sessiz sessiz durdu,ağlaması kesilmişti. Soğuk da gözyaşlarının kurumasına yardım etmişti ama yanaklarındaki siyah boyalar kurudukça yol yol olmuş,kadına daha çaresiz bir görüntü kazandırmıştı. Birdenbire boynundaki inci kolyeyi çekip dağılmaya bıraktı incileri,sessiz sokakta bana oldukça gürültülü gelen yere çarpma sesleri onun umrunda değildi. Vücudunda uzun süre yavaş yavaş akan kanın hızlanmaya başladığını hissettim. Büyük bir sinir dalgası  geliyordu işte. Bu fırtınaya hazırlıklı olmak lazım diye düşündüm,gitmekle gitmemek arasında sıkışıp kalmıştım. Buradaysam eğer kendini kaybedecek olursa ona yardım etmem gerekirdi,eğer gidersem daha kurumamış olan bir portreyi kötü renklerle berbat etmiş olacaktım. İçim içimi kemiriyordu kalmam için. Neredeyse hissizleşmiş parmaklarıyla çantasını açıp bir silah çıkardı. İşte korktuğum başıma gelmek üzereydi. İçimi büyük bir korku dalgası kaplamıştı ne yapmalıydım? Birden bağırmaya başladım ama ayaklarım hareket etmiyordu.
   Hayır!
   Sesimi de duymuyordu.
   Dur! Sakın!
  Çırpınarak bağırıyordum adeta. Silahı kafasına dayamış gözlerini kapamıştı. Bir defa bakmak için döndü dünyaya. O an beni gördü ama siluetim silahı ateşlemesine engel olmaya yetmedi. Sonrasındaki derin sessizlik ölümün barut kokusunu çevreye dağıttı ve her şey son buldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder